Bu yazımızda Atatürk Dönemi Türk dış politikası üzerinde duracağız. Atatürk Dönemi Türk dış politikası konusunda 1923-1938 yılları arasında Türkiye’nin diğer devletler ile ilişkileri ve yaşadığı sorunları inceleyeceğiz.
Atatürk Dönemi Türk dış politikası daha çok Lozan‘da kalan sorunların çözümü üzerine olurken dış politikada “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesiyle hareket edilmiş, fakat tam bağımsızlık ilkesinden de ödün verilmemiştir.
Millî dış politikamızın dayandığı başlıca esaslar şunlar olmuştur:
- Öncelikle milli gücümüze dayanmak ve bağımsızlığımızı üstün tutmak,
- Milli sınırlar içinde kalmak,
- Gerçekçi ve barışçı olmak,
- Uluslararası ilişkilerde eşitliğe dayanan ilişkiler kurmak,
- Milli politikayı yürütürken iç teşkilatı dikkate almak,
- Başka devletlerin politika ve yönetim sistemlerinden etkilenmemek,
- Bilim ve teknolojiyi rehber kabul etmek (akılcılık)
Atatürk Dönemi Türk dış politikası çerçevesinde belirlenen öncelikler iki ana bölüme ayrılır:
- 1923-1930 yılları arası dış politika öncelikleri Lozan Barış Konferansı’ndan kalan sorunları çözmeye yöneliktir.
- 1930-1938 yılları arasındaki Türk dış politikasının önceliklerinde ise 1930’lu yıllarda Almanya ve İtalya’nın saldırgan ve yayılmacı politikaları sonucu yaklaşan II. Dünya Savaşı tehlikesine karşı alınacak tedbirler önem kazanmıştır.
Atatürk Dönemi Türk dış politikası esaslarını ve belirlenen öncelikleri inceledikten sonra şimdi Atatürk Dönemi’nde dış politikada yaşanan gelişmelere göz atalım.
Musul Meselesi (1926) :
Hatırlanacağı üzere Musul sorunu Lozan’da gündeme gelmiş fakat çözümü sonraya bırakılmıştı. (Mondros Ateşkes Anlaşması sonrası İngiltere antlaşma hükümlerine aykırı şekilde Musul’u işgal etmiş ve Türkiye, Misak-ı Millî sınırları içinde yer alan Musul’u geri alabilmek için Lozan’da büyük bir uğraş vermişti.)
Musul Sorunu’nun çözümü için 1924 yılında Haliç Konferansı toplanmış fakat konferansta taraflar, Lozan’daki tutumlarında değişiklik yapmayınca, herhangi bir uzlaşmaya varılamamıştır. (💯 Türkiye’yi bu konferansta Ali Fethi Okyar temsil etmiştir.)
Görüşmelerden bir sonuç çıkmayınca konu 1925 yılında Milletler Cemiyeti’ne taşınmıştır. Türkiye bölgede halk oylamasını yapılmasını teklif etmiştir. Fakat İngiltere, Milletler Cemiyeti içindeki gücünü kullanarak, “Bölge halkının cahil olduğu ve sınır işlerinden anlamayacağı” şeklinde bir itirazda bulunmuştur.
Cemiyet’in oluşturduğu komisyon, yanlı bir karar alarak Musul’un Irak’a bırakılmasını uygun görmüştür.
Bu karara tepki gösteren Türkiye, sorunu daha sonra “Uluslararası Lahey Adalet Divanı”na götürmüşse de buradan da olumlu bir sonuç alamamıştır.
Türkiye masada bir sonuç alamayınca askeri hareket için hazırlıklara başlasa da İngiltere, bu harekâtı önlemek için Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Şeyh Sait İsyanı’nın çıkmasını sağladı Türkiye Şeyh Sait İsyanı’ndan dolayı zayıf düşerek, askeri harekâtı başlatamadı.
Sonuçta Türkiye, Milletler Cemiyetinin kararını kabul etmek zorunda kalmış ve Misak-ı Millî’den taviz verilmek zorunda kalmıştır.
5 Haziran 1926’da Türkiye ve İngiltere, Ankara Antlaşması’nı imzalanmıştır. Buna göre:
- Musul ve Kerkük İngiltere’nin mandasındaki, Irak Hükümeti’ne bırakılacak,
- Musul petrollerinden sağlanan vergi gelirlerinin % 10 hissesi 25 yıl süre ile Türkiye’ye bırakılacaktır.
Yabancı Okullar (1926) :
Lozan Antlaşması’nda, Türkiye’deki yabancı okulların durumu ve uyacakları esaslar karara bağlanmıştı. Buna göre, bu okulların uyacakları tüzük ve yönetmelikleri Türk Hükümeti tarafından belirlenecekti.
Türkiye Cumhuriyeti, Lozan’daki bu kararını dikkate almış Maarif Teşkilatı Kanunu’nu çıkararak yabancı okullarla ilgili esasları belirlemiştir. Bu kurallara uymayan yabancı okullar ise kapatılmıştır.
Ayrıca Türk hükûmetinin hazırladığı Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na
göre, yabancı okulların tümünde Türkçe, tarih ve coğrafya dersleri Türk öğretmenler tarafından ve Türkçe okutulacaktı. Fransa’nın bu duruma ısrarlı itirazlarına rağmen Türkiye, konuyu iç meselesi sayarak tutumundan hiçbir ödün vermeden uygulamalarına devam etti.
Türkiye’nin kararlı tutumu sonrasında yabancı okullar Türkiye’nin isteklerini yapmak zorunda kalmıştır. Böylece yabancı okullar sorunu kesin olarak çözümlenmiş ve bu okulların tamamı Milli Eğitim Bakanlığı ilkelerine bağlı hale getirilmiştir.
Patrikhane:
1924’te Patrik seçilen VI. Konstantinos Arapoğlu mübadeleye tabi olması gerekirken 1921’de İstanbul’a gelmişti. Türkiye bu duruma itiraz edince Yunanistan sorunu Uluslararası Lahey Adalet Divanına götürmek istedi fakat Türkiye Patrikhane konusunun bir iç sorun olduğunu ve bu nedenle iç işlerine müdahale edilmesine izin vermeyeceğini belirtti.
Türkiye Patrik Arapolu’nu sınırdışı etti ve yerine mübadeleye tabi olmayan Vasilyus Yorgiyadis patrik seçildi. Yaşanan bu süreçte Patrikhanenin Türk kanunlarına bağlı olduğu ve hiçbir zaman siyasi bir yetki verilmeyeceği belirtilmiş oldu.
Nüfus Mübadelesi (Etabli Sorunu) (1926-1930) :
Lozan Barış Antlaşması’na göre 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan önce İstanbul’dali Rumlar ve Batı Trakya’daki Türkler dışında kalan, Türkiye’deki Rumlar’ın ve Yunanistan’daki Türklerın mübadelesi (değişimi) kararlaştırılmıştı.
Ancak alınan bu karara rağmen Yunanistan İstanbul’da daha fazla Rum bırakmak istiyordu. Yunanistan ayrıca, Batı Trakya’daki Türklerin, Balkan Savaşları sırasında geldiklerini ileri sürerek onları da mübadeleye tabi tutmak istiyordu. Problemi daha da büyüten olay ise Yunanların Batı Trakya’daki Türklerin mallarına el koyması oldu.
Bu gelişmeler üzerine Türkiye konuyu Milletler Cemiyeti’ne götürse de bir sonuç alınamadı.
Yunanistan’la yeni bir savaşın eşiğine gelindiği bir dönemde ise İtalya’da Mussolini liderliğinde kurulan faşist yönetimin saldırgan ve yayılmacı politikasının getirdiği tehlikenin de etkisi ile 10 Haziran 1930’da Ankara’da imzalanan bir antlaşmayla (Ahali Mübadelesi Antlaşması) yerleşme tarihlerine bakılmaksızın İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin hepsi “yerleşik” sayıldı.
Nüfus mübadelesi sorununun çözülmesi sonrasındaYunanistan Başbakanı Venizelos, Türkiye’yi ziyaret etti ve 30 Ekim 1930’da Türk-Yunan Dostluk Antlaşması imzalandı. 1934’te Venizelos, Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdi. Böylece Türkiye ve Yunanistan arasında kurulan dostluk ve iş birliği ortamı, 1950’li yıllarda başlayacak olan Kıbrıs Sorunu’nun ortaya çıkmasına kadar devam etti.
Borçlar Sorunu:
Lozan Barış Antlaşması’nda çözümlenen borçlar sorunu, antlaşma sonrasında ödeme şekli devletler arasında alınacak kararlara bırakılmıştı.
Osmanlı’nın en çok borçlandığı ülke Fransa idi. Bu nedenle 1928’de
Paris’te bir antlaşma yapılmış ve Osmanlı borçlarının ödenmesi bir sisteme bağlanmıştır.
Bu dönemde ABD Cumhurbaşkanı Hoover bir moratoryum yayınlayarak, borçların ödenmesini geciktirecek bir sistemi gündeme getirmiştir.
Bunun üzerine Türkiye Hoover Moratoryumu’ndan yararlanarak borçların ertelenmesini istedi ve 22 Nisan 1932’de Paris’te yapılan yeni bir sözleşme ile borçların faizi indirilerek taksitlerle ödenmesi kararlaştırıldı. Böylece borçlar sorunu çözümlendi ve Türkiye 1954’e kadar bütün borçlarını ödedi.
Milletler Cemiyetine Giriş (18 Temmuz 1932) :
Hatırlanacağı üzere Milletler Cemiyeti, I. Dünya Savaşı sonunda dünya barışını sağlamak ve korumak amacıyla Wilson İlkeleri’nden hareketle ve 1919 Paris Barış Konferansı kararları gereğince kurulmuştu. (10 Ocak 1920)
Milletler Cemiyeti, II. Dünya Savaşı tehlikesi belirmeye başlayınca, Türkiye’nin jeopolitik önemi ve bölgesinde izlediği barışçı politikalar göz önüne alınarak, Türkiye’ye 1932’de cemiyete üye olma çağrısı yaptı.
Bu davet ile Milletler Cemiyeti kendi kuruluş ilkelerinden ilk kez vazgeçmiş oluyordu.
Uluslararası barışa katkıda bulunmak istediğini göstermek isteyen Türkiye Milletler Cemiyetine 18 Temmuz 1932’de üye olmuştur.
💯 Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ndeki ilk temsilcisi Cemal Hüsnü Taray‘dır.
Balkan Antantı (9 Şubat 1934) :
Balkan Antantı’na değinmeden önce Antant ne demek bilmekte fayda var. Antant kelimesi iki veya daha fazla devletin belli bir konuda uzlaşmaya varmasından ziyade, bir olaya aynı şekilde bakmaları anlamında kullanılır.
Balkan Antantı’nın oluşma sebebi 1932 yılından itibaren dünyada güç dengeleri değişmeye başlamasıyla İtalya ve Almanya’da ortaya çıkan totaliter rejimlerin (Faşizm ve Nazizm) saldırgan ve yayılmacı politikalarının, Balkan Yarımadası’ndaki devletleri endişelendirmesidir.
Türkiye ile Yunanistan arasında 1930’dan itibaren başlayan dostluk ve yakınlaşma Balkan Antantı’nın kurulmasındaki temel etken olmuştur.
9 Şubat 1934’te Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında, Atina’da imzalanan Balkan Paktı’na göre;
- Sınırlar karşılıklı olarak güvence altına alınmıştır.
- Anlaşmayı imzalayan devletler birbirlerine danışmadan herhangi bir siyasi antlaşma imzalamayacaktır.
- Tehlike durumunda ortak savunma yapılacaktır.
Balkan ülkesi olan Bulgaristan ve Arnavutluk bu antanta katılmamıştır. Bulgaristan revizyonist (var olan güç dağılımını değiştirmeye yönelik tutum) bir politika takip ediyor ve komşularından toprak talep ediyordu. Arnavutluk ise İtalya’nın baskısı altında bulunduğu için Balkan Antantı’na katılmamıştı.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi (20 Temmuz 1936) :
Lozan Barış Antlaşması’nda Boğazların yönetimi, Türkiye’nin başkanlığındaki uluslararası bir komisyona bırakılmıştı. Ayrıca Türkiye’nin Boğazların her iki yakasını 15’er km askerden arındırması kararlaştırılmıştır.
I. Dünya Savaşı sonrası başlatılan silahsızlanma çabaları başarılı olamamış ve 1930’lu yılların başında hızlı bir silahlanma yarışı başlamıştır.
Almanya askersizleştirilen Ren bölgesine asker göndemiş, İtalya Habeşistan’ı işgal etmiş, Japonya ise Çin’e ait Mançurya bölgesini işgal etmiştir.
Yaşanan bu gelişmeler üzerine Türkiye ilgili devletlere bir nota çekmiş ve “Şartların değiştiğini” (Rebus Sic Stanbius) söyleyerek İsviçre’nin Montrö kentinde toplanılmasını teklif etmiştir.
İsviçre’nin Montrö şehrinde toplanan konferans sonucunda 20 Temmuz 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır.
İngiltere, Boğazlarla ilgili Türkiye’yi desteklerken Rusya bazı konularda karşı çıktı. İtalya ve Japonya ise bu sözleşmeyi imzalamak istemediler. Tüm bu itirazlara rağmen 20 Temmuz 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı. Bu antlaşmaya göre:
- Boğazlar komisyonu kaldırılarak görevleri Türk devletine devredildi.
- Türkiye’nin boğazlarda asker bulundurması kabul edildi.
- Ticaret gemilerinin Boğazlardan serbest geçişi kabul edildi.
- Savaş gemilerinin geçişi için bazı sınırlamalar getirildi.
- Türkiye savaşa girerse veya savaş tehlikesiyle karşı karşıya kalırsa, Boğazları istediği gibi açıp kapayabilecekti.
Akdeniz Paktı (1936) :
Pakt, devletlerin ortak hareket etmek için kurdukları birlik anlamına gelmektedir.
Akdeniz Paktı, İtalya’nın yayılmacı politkasına karşılık İngiltere’ni himayesinde kuruldu. Bu pakta Türkiye’de üye olmuştur.
Sadabad Paktı (8 Temmuz 1937) :
Özellikle 1936 yılında İtalya’nın Habeşistan’ı işgal etmesi ve doğu ülkelerini hedef alan yayılmacı siyaseti Akdeniz ve Ortadoğu’da büyük bir tehlike ve
endişe yarattı.
Bunun üzerine Türkiye öncülüğünde İran, Irak ve Afganistan bir araya
geldi ve 8 Temmuz 1937’de İran’ın başkenti Tahran’da Sadabad Sarayı’nda Sadabat Paktı imzalandı.
Pakt’ın amacı, Almanya ve İtalya’nın yayılmacı tutumları karşısında, Ortadoğu’da barışı sürdürmek, karşılıklı olarak sınırları güvenlik altına almak ve dünya barışına katkıda bulunmaktır.
Bu pakta göre;
- Taraflar birbirlerine saldırmayacak,
- Ortak sınırlarının dokunulmazlığına uyulacak,
- Dostluğa zarar verecek her türlü davranıştan kaçınılacak,
- Taraflar herhangi bir saldırı olursa birbirlerine yardımcı olacaktır.
Hatay Sorunu ve Hatay’ın Ana Vatana Katılması (30 Haziran 1939) :
Atatürk Dönemi Türk dış politikası konumuzun son başlığında Hatay Sorunu üzerinde duracağız.
Daha önce TBMM Hükümeti ile Fransa arasında 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması ile Hatay, Misak-ı Milli’ye aykırı olarak
Türkiye toprakları dışında kalmıştı. (Fransa’nın sömürgesi olan Suriye’ye bırakılmıştı)
1936 yılında Almanya Fransa’ya ait Ren‘i işgal edince Fransa Suriye üzerindeki mandasını kaldırdı ve buradaki askerlerini geri çekerek Hatay’ı Suriye’ye bıraktı.
Bu durum Hatay Türkleri arasında büyük endişe yaratırken Türkiye, Milletler Cemiyetine başvurarak Hatay’ın kaderine Hataylıların karar vermesini istedi. Fransa ise Hatay’ın, Suriye’nin bir parçası olduğunu açıkladı.
Milletler Cemiyeti bölgeyi araştırması için General Sandler‘i görevlendirdi ve Sandler yayınladığı raporda Hatay halkının çoğunluğunun Türk olduğunu, Suriye’ye bağlanamayacağını ve Hatay’da bağımsız bir devletin kurulması gerektiğini belirtti.
Sandler Raporu sonrasında Milletler Cemiyetibir komisyon kurarak bağımsız Hatay Devleti için bir anayasa hazırlattı (29 Mayıs 1937).
Fransa ve Suriye Hükûmeti çeşitli zorluklar çıkartarak bu durumu kabul etmek istemiyordu. Bu gelişmeler üzerine Türkiye, Hatay sınırına büyük bir
askerî yığınak yaptı. Atatürk hasta yatağından kalkarak Adana ve Mersin’deki askerî birlikleri teftişe gitti.
Ben toprak büyütme heveslisi değilim; barış bozma alışkanlığım yoktur. Ancak antlaşmaya dayanan hakkımızın isteyicisiyim. Onu alamazsam edemem. Büyük Meclisin kürsüsünden milletime söz verdim. Hatay’ı alacağım… Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getiremezsem onun huzuruna çıkamam, yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, yenilemem; yenilirsem bir dakika yaşayamam.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Sonuçta Milletler Cemiyeti’nin gözetimi altında yapılan seçim sonucunda 2 Eylül 1938’de Hatay Bağımsız Devleti kuruldu.
Hatay Devleti’nin bağımsızlığı yaklaşık on ay sürdü ve Hatay Cumhuriyet Meclisi’nin 30 Haziran 1939’da Anavatan’a katılma kararı alması üzerine, Antakya ve İskenderun dâhil Hatay ili Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına dâhil oldu.
Bu bilgiler MEB ve Akademik kaynaklar referans kullanılarak hazırlanmıştır.
Cevap Yok