Mahfil, Arapça bir kelime olup “camilerde parmaklıkla ayrılmış yüksek yer” anlamına gelmektedir.
Camilerde halifelerin, hükümdarların veya devlet başkanlarının maiyetleriyle birlikte ibadet etmeleri için tahsis edilen yerler maksûre veya mahfil olarak adlandırılmıştır. Asr-ı saâdet’te ve ilk üç halife döneminde görülmeyen bu uygulama Hz. Ömer’in camide şehid edilmesi üzerine emîrü’l-mü’minînin hayatını korumak için başlatıldığı, ilk defa Hz. Osman’ın Medine’deki Mescid-i Nebevî’de maksûre olarak adlandırılan, zemini yükseltilmiş ve çevresi kuşatılmış bir mahalde namaz kılmayı âdet edinmesi ile başlamıştır.

Anadolu Türk mimarisinde mahfil uygulamasının ilk örneği Divriği Kale Camii’nde görülmektedir. Batı duvarının kuzeyinde yer alan ve zeminden yüksek olan sivri kemerli kapı açıklığı, yapının içinde ahşap bir mahfilin varlığına işaret etmektedir.

Osmanlı mimarisinde “hünkâr mahfili” veya “mahfil-i hümâyûn” olarak adlandırılan yapılar padişahların cuma ve bayram namazlarını kıldıkları ve kandil gecelerinde yatsı namazlarında bulundukları şehirde selâtin camilerinden birinde eda etmeleri söz konusu olduğundan daha ziyade Osmanlı başşehirlerindeki camilerde görülmekte, özellikle Edirne ve İstanbul’daki cami mimarisinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır.

Osmanlı camileri içinde hünkâr mahfiline sahip olduğu bilinen en eski yapı Bursa’da Çelebi Sultan Mehmed’in yaptırdığı Yeşil Cami’dir.

Osmanlı tarihinde Bursa Yeşil Cami’den sonra bilinen en eski hünkâr mahfili Edirne Beyazıt Camii’nde yer almaktadır. Bu mahfil daha sonra yapılacak olan İstanbul’daki selatin camilere de örnek teşkil etmiştir.


İstanbul’daki selâtin camilerinde, özgün biçimiyle günümüze ulaşabilmiş ilk hünkâr mahfili Beyazıt Camii’ndedir.

Edirne Selimiye Camii ile Sultan Ahmet Camii’nin hünkâr mahfillerinde mihrap duvarın içine yerleştirilmiş olup tarikat yapılarındaki halvethâneleri andırır.


İlk olarak Sultan Ahmed Camii’nde ortaya çıkan ve hünkâr mahfilinin gerisinde yer alan hünkâr kasırlarının XVIII. Yüzyıldan itibaren büyümeye başladığı görülür. Bu kasırlar, padişahın namazdan önce ya da sonra oturup dinlenebileceği sohbet edebileceği bir yapı olarak tasarlanmıştır.

Sultan II. Mahmud döneminde birtakım eski tarihli camilere çoğunlukla ahşap olan hünkâr mahfilleri eklenmiştir. Mahmud Paşa Camii ile Atik Vâlide Sultan Camii’nde yaptırılmış olan mahfiller örnek verilebilir.

Padişahların uğradığı bazı tarikat tekkelerinde de hünkâr mahfilleri görülür. Sultan II. Mahmud döneminden Yenikapı Mevlevîhânesi ile Üsküdar’daki Selimiye Tekkesi, Sultan Abdülmecid döneminden Galata Mevlevîhânesi ile Üsküdar’daki Aziz Mahmud Hüdâî Tekkesi, Sultan II. Abdülhamid döneminden Sütlüce’deki Hasîrîzâde Tekkesi ve Yıldız’daki Ertuğrul Tekkesi hünkâr mahfiline sahip tarikat yapılarından bazılarıdır.

Camilerde ve tarikat yapılarında hükümdarlara mahsus bu mahfiller haricinde kadınların ve müezzinlerin kullanımına mahsus mahfiller de bulunmaktadır.

Sonuç olarak, halife-hükümdarların can güvenliklerinin sağlanması ve namaz ibadetlerini sorunsuz bir şekilde gerçekleştirebilmeleri için cami içerisinde özel bir mekân olarak düzenlenen maksure-hünkâr mahfilleri, İslam’ın herkesi eşit tutan anlayışına ve felsefi alt yapısına uygun görünmemektedir. Ancak bu mekânlar idareci sınıfa bir imtiyaz olarak değil, devleti yönetmekle görevli kişilerin suikast tehlikesine karşı can emniyetini sağlamak amacıyla ortaya çıkmıştır. Sultanlar tarafından inşa edilmiş camilerde yer alan, yerden yükseltilmiş, sütunlarla taşınan hünkâr mahfilleri, sadece mimari özellikleri ile değil aynı zamanda sembolik özellikleri ile de öne çıkan mimari kuruluşlardır.
Kaynakça
- İslam Ansiklopedisi 27. Cilt, “Mahfil” Sayfa 331-332-333, Türkiye Diyanet Vakfı
- Hünkâr Mahfillerinin Ortaya Çıkışı, Gelişimi ve Osmanlı Dönemi Örnekleri, Mustafa ÇETİNASLAN